kitap için Arşiv"
Eki 25, 2012 - film, inceleme, kitap, tavsiye, yorum    Yorum Yok

Favela

TRT’de izlediğim 2014 FIFA Dünya Kupası temalı Aslı Pelit‘in sunduğu “10’ların Kıtası” programı bugünkü kısa yazının konusunu belirledi; “Favelalar”, yani tabir-i caizse Rio de Janeiro‘nun varoşları. Yaklaşık 5 milyon kişinin yaşadığı ve muhtemlen dünyanın en yüksek suç oranına sahip yerleri  olarak nam salmış ve sayıları 600’ ü aşkın bu dışlanmış bölgelerin tehlikeli, renkli ve bir o kadar da sıradışı alt kültürleri gerçekten dikkat çekici.

Favela kelimesini ilk kez, yıllar önce okuduğum “Çöplük” adlı bir romanda görmüştüm. Brezilyalı kadın yazar Carolina Maria de Jesus´ün hatıra defteri “Çöplük” yayınladığı 1960´lardan günümüze milyonlarca baskı yapmış, hemen hemen dünyanın bütün dillerine çevrilmiştir. Kitabın hikayesi gerçekten enterasan; yazar 1955-60 yılları arasında yaşadığı sefalet dolu hayatı, duru bir dil ve yalın bir acılıkta “mum ışığında” hatıra defterine yazmış ve bir gazetecinin tesadüfen bulup yayınladığı bu defter dünya çapında bir üne kavuşarak yazarının hayatını değiştirmişti.

18. yy da Afrika’dan göç edenlerin kurduğu ve günümüze kadar varlıklarını devam ettiren Favelaların, muthiş yüksek suç oranlarına rağmen Ronaldinho, Adriano, Wagner Love gibi disiplinsizlikleriyle tanınan  ultra yetenekli pek çok futbolcuyu da dünya futboluna kazandırmış olmaları enterasan bir detaydır.

Favela insanı, ne Copacabana‘da Sangriasını yudumlayıp, Brezilya’nın ne kadar egzotik bir memleket oldugunu düşünen turistleri umursuyor, ne de kendileri hariç sanki  tüm Rio’ya kollarını açan Reedemer‘a güveniyor. Sadece nefes alıp, yaşamaya çalışıyor ve hayattan asla  umudunu kesmiyor.

Favelaları daha yakından tanımak/anlamak isterseniz, Carolina Maria de Jesus‘un “hayatta yaşamaktan daha zor bir şey yoktur” diye tanımladığı “Çöplük” kitabını okumanızı, Tanrıkent (Cidade de Deus) filmini izlemenizi ve Michael Jackson‘ın meşhur “They don’t really care about us” sarkısını/klibini bir kez daha dikkatlice dinlemenizi/izlemenizi öneririm.

İyi bayramlar…

 

Eki 7, 2012 - inceleme, kitap, tavsiye    1 Yorum

Maria Saçın Kara, Kürk Mantonu Çıkarsana!

Bir sahaf önü sergisinden almıştım Kürk Mantolu Madonna’yı yıllar önce…Tozlu, yıpranmış, kahverengi karton ciltli ve arka kapağı eksik bu küçümen kitap (170 küsür sayfa) sadece ismi enteresan geldiği ve “çok ama çok” ucuz olduğu için dikkatimi çekivermişti, itiraf ediyorum!

Sabahattin Ali!!…Kürk?…Madonna?! …ne alaka ya?, çok saçma! diye düşünerek aldığım kitapla ilgili niyetim ise boş olan 2 saatime meze olabilecek, okunacak bir şeyler ihtiyacıydı. Aldıktan çok kısa bir süre sonra arkadaşımın planladığımızdan erken gelmesiyle bu ihtiyaç ortadan kalkmış ve “kitap aylar boyunca gün yüzü görmeyecek şekilde sırt çantamın -pek de düzenli olmayan bölmelerinden birine  tıkıştırılıverilmişti  aceleyle, taa ki bir kaç ay sonra “her zaman olduğu gibi”  ansızın karar verilmiş ve  kötü planlanmış kısa bir tatil öncesi o çantaya tekrar ihtiyacım olana kadar! Okunacaklar listem önceden belli olsa da biraz da hoyrat kullanıma uygun olmasından dolayı yanıma almaya karar vermiştim bu davetsiz misafiri. Hiç unutmam, ancak bir romanın üçte biri kalınlığındaki bu “lokmalık kitap” yazıldığı yılların günümüzden oldukça farklı Türkçesi, kendini defalarca okutan pasajları, muhteşem kurgusu ve derin insan tahlilleri yüzünden  uykusuz gecelere ve oldukça az dinlenmeli bir tatil geçirmeme neden olmuştu…Başlarda o dönemki psikolojimin hassas olması  nedeniyle bu derece etkilendiğimi düşündüğüm bu esere yıllar geçtikçe ve her okuduğumda büyük haksızlık ettiğimi biraz da utanarak farkediyorum…

Yazıya konu olan kitabın sizler açısından sıkıcı olabilecek elime ulaşma hikayesinden bahsettikten sonra adetten olduğu üzere biraz da kitabın konu aldığı hikayeden  bahsedelim.

Kitap, Havran’ın hallice ailelerinden birine mensup olan, içine kapanık, kırılgan, sanata ilgisi dünyevi yaşama ilgisinden fazla olan Raif’in, 20’li yaşlarının başında önce istanbul’a sonra da büyük bir tesadüf eseri Berlin’e sürüklenen yaşam öyküsünü, tesadüfen gittiği bir sergide gördüğü bir otoportrenin sahibi  Maria Puder’e  -pek çok insanın  “saplantı” diye tanımlayıp, geçeceği-  garip, anlaşılamaz derecede derin, platonik aşkını ve cesaretsizliğin, kararsızlığın insann hayatında nelere sebep olabileceğini anlatıyor…

Bu tarz bir film/kitap önerilerinde normal koşullarda hikayenin sonucuna ait ipuçları vermek pek hoş karşılamasa da “Sabahattin Ali’nin” bu kitabının bir pembe dizi izlercesine sadece  “hikayesi” için okunacağına “hiç” ihtimal vermediğim için “bu altın kuralı ihlal ediyorum”

Kitabın ilerleyen bölümlerinde Raif’in aşkına “nihayet”  karşılık vermeye karar veren Maria;

“şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum.” “bu eksiklik sana değil, bana ait…bende inanmak noksanmış… beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığı zannediyormuşum… bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar…. ama şimdi inanıyorum… sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum… “

…der ve…ve…ve…devamı kitapta saklı…

Kimi zaman Raif oluruz hayatta kimi zaman Maria..Olur da bulursanız Kürk Mantolu Madonnanızı, çok da saklamayın duygularınızı…

İyi okumalar.

Sayfalar:«1234»