tavsiye |
tavsiye için Arşiv"
May 3, 2015 - anı, mekan, tavsiye    Yorum Yok

Find a map & Mind the gap!

AA3D5EB0-359D-4F4F-B8D9-387AB31F8EFDHavası ve şakaları buz gibi olsa da insanları ve yerel biraları bir o kadar tatlı, sıcak, garip bir memleket Londra. Hayatımda hiç bu kadar komik olmayan, eğlenceli insanı bir arada görmemiştim desem yeridir! Sokaklarda mesafe tanımaksızın yürüyen (koşan) insanları, bisiklet kullanımının yaygın olması, düzeni, kocaman parkları ve meydanlarından olsa gerek, ben pek sevdim bu şehri. (ki, ne yalan söyleyeyim, gelmeden önce önyargılarım boldu ingilizler ve Londra hakkında, yanılmışım!)

Bu yazıda daha kaç kez yazarım bilmiyorum ama, gerçekten ama gerçekten çook güzel bir metropol Londra. Dünyanın en pahalı ÅŸehirlerinden olmasını bir kenara bırakacak olursak, ülkemizde özlemini duyduÄŸumuz temel insanlık edimlerinin burada insanların normal yaÅŸam standardı olması, gayet hoÅŸ, ama bizim açımızdan oldukça iç burkan bir detay. Daha Heathrow’a inip, metroya (İngilizler Tube diyorlar) biner binmez farkı hissediyorsunuz. İnsanların, çevresine saygısı ve okumaya olan düşkünlükleri çekiveriyor dikkatinizi! Okumayı gerçekten çok seviyor bu ÅŸehrin insanı, hemen herkesi metroda, parklarda, öğle yemeÄŸi arasında –kısacası tüm boÅŸ zamanlarında– bir ÅŸeyler okurken görmek mümkün… Devasa ve multi-kültürel yapıdaki bir metropole göre oldukça güvenli ve müthiÅŸ düzenli bir ÅŸehir burası, üstelik hemen her köşesinin AVM’lerden ziyade tiyatrolarla ve parklarla donatılmış olması da hayranlık uyandırıcı. Sanat ve tarihe gösterilen özen, ve bunların halka inebilmesi için harcanan çabaya ise ancak ÅŸapka çıkarılabilir. Müzelerin çoÄŸu ücretsiz, alanında dünyanın en iyilerinden sayılabilecek sahne ÅŸovlarını ise son dakika biletlerini kovalayarak 10-20 pound gibi oldukça makul sayılabilecek fiyatlara izleyebilmek mümkün! Hem de en ön sıralardan – Etkileyici! (Dominion Theatre da sergilenen The Lord of the Dance: Dangerous Game gösterisini, 4. sıradan ve sadece 10 pound ödeyerek izledim! – ki normalde aynı koltuÄŸun giÅŸedeki fiyatı 93 pound!)

Åžimdi size internette onlarcasını bulabileceÄŸiniz gezilesi, görülesi yerler listesi çıkaracak, Londra’yı överek, yere göğe sığdıramayan bir yazı yazacak deÄŸilim (yalan söylüyorum!), ama olur da buralara yolunuz düşerse Roma’yı yeniden keÅŸfetmek zorunda kalmayın diye naçizane bir kaç tavsiyede bulunmazsam da vicdanen kendimi sorumlu hissederim! (ehehe, demiÅŸtim!)

Başlıyorum!

Efendim, buraya ayak basar basmaz ilk yapmanız gereken ÅŸey, kesinlikle ve kesinlikle bir Oyster Card edinmek. (İstanbul Kart minvalinde bir ulaşım kartı). Oldukça pahalı olan ulaşım olayını, en akıllıca ve maliyet avantajlı çözmenin ön koÅŸulu muhtemelen budur zira. Telefonunuza yükleyeceÄŸiniz çevrim dışı çalışabilen ücretsiz bir GPS yazılımı (bkz: Nokia HERE), bir metro haritası (bkz: London Tube Map, City Mapper vb…) ve her ihtimale karşı yanınızda bulundurmanızı tavsiye edeceÄŸim fiziksel bir Londra haritası ile bu güzel ÅŸehiri tek başınıza keÅŸfetmek için hiç bir eksiÄŸiniz kalmayacak. Muhtemelen daha ilk günden tüm Londra’lıların gurur duyduÄŸu ve ÅŸehrin hemen her noktasını adeta bir örümcek ağı gibi saran, muhtemelen dünyanın en eski metrolarından olan Tube ile tanışacaksınız, sakın korkmayın, kendisine hemen alışacak ve oldukça seveceksiniz. (O sizin en iyi dostunuz!)  Sonrasında tecrübe edecekleriniz ise azminize, vaktinize ve naktinize kalıyor!

Her ne kadar çoÄŸu kiÅŸi tarafından fazla turistik olduÄŸu için eleÅŸtirilse ve turist tuzağı olarak gösterilse de size tavsiyem, kesinlikle ve kesinlikle London Eye ve nehir gezintisi turunu ihmal etmemeniz olur, (ikisi toplam 30 pound civarı), özellikle açık bir havada, ÅŸehrin yüz küsür metre üzerinden gün batımını izlemek muhteÅŸem ve Londra’nın temel simgelerini bu kadar vakit/nakit verimli ÅŸekilde görebilmenin baÅŸka bir yolu olduÄŸunu sanmıyorum!

Önemli bir detay, bu ÅŸehirde hayat oldukça erken bitiyor – ki olması gereken-. O yüzden ÅŸehir merkezine ve tube istasyonlarına yakın yerlerde konaklamak baÅŸta pahalı bir seçim gibi görünse de, muhtemelen toplamda size vakit/nakit tasarruf ettiren seçim olacaktır. Konaklama seçimine azami özeni göstermenizi ve önceliÄŸinizin lokasyon olmasını ÅŸiddetle tavsiye ederim!

Benim gibi, iÅŸ ziyareti nedeniyle kısa süreliÄŸine buralara yolu düşeceklere, kesinlikle ve kesinlikle önceden plan yapmalarını öneririm. Gerçi, benim tecrübem biraz sıradışı oldu, herhangi bir plan yapmadan gelmiÅŸ olmama raÄŸmen, biraz ÅŸans, biraz da çaba neticesinde oldukça keyifli -dolu dolu- güzel zamanlar geçirdim, ama bir kere daha gelecek olursam, kesinlikle daha planlı olacağım! (ki bu satırları yazan kiÅŸi, <özellikle tatil konusunda> plan yapmaktan hazzetmeyen, spontan yaÅŸamayı tercih eden birisidir – önerisini dikkate alınız efendim!)

Gerçekten ÅŸanslıymışım, garip bir ÅŸekilde Londra’da tesadüf eseri hep doÄŸru zamanlarda ,doÄŸru yerlere yolum düşmüş. Mesela, Science Museum‘un ayda bir olan Laters aktivitesini yakaladım! Olur da herhangi bir ayın son çarÅŸambasını Londra’da geçirecek olursanız, kesinlikle o akÅŸam için baÅŸka bir plan yapmamanızı öneririm! Zira normalde 18:00’da ziyaretçilere kapısını kapatan Science Museum sadece her ayın son çarÅŸambasında saat 18:45-22:45 arası ziyaretçilerini ağırlıyor. Vespa’dan, Ford Model T’ye Wright kardeÅŸlerin uçağının replikasından, Mongolfier kardeÅŸlerin balonuna, 1959’dan kalma, modern bilgisayarların atalarından olan Ferranti Ltd. Pegasus’tan, Amiga’nun efsane oyun konsolu CD32’ye hemen herkesin ilgisini çekebilecek pek çok muhteÅŸem ÅŸeyin sergilendiÄŸi, harika bir müze Science Museum. Üstelik klasik bir müze gezme aktivitesinden kesinlikle farklı bir tecrübe yaÅŸayacağınızı da garanti ediyorum, <BeÄŸenmeyene benden para iadesi!> Müze içerisinde satılan envai çesit alkollü/alkolsüz içecek ve yiyeceÄŸinizi alıp, bir yandan müzyi gezerken diÄŸer yandan akÅŸam yemeÄŸini aradan çıkarabiliyorsunuz! Gerçekten ÅŸaşırtıcı ve keyifli! Londra’da kısıtlı zamanınız olduÄŸunu ve muhteÅŸem! çarÅŸamba akÅŸamınızı da müze gezmek yerine dışarıda eÄŸlenerek geçirmek istediÄŸinizi varsayıyorum; Panik yok! Müzenin giriÅŸ katına iniyorsunuz, alıyorsunuz içeceÄŸinizi, takıyorsunuz ses-izole özellikli kulaklıkarınızı ve sizin gibi düşünen onlarca desibel düşkünüyle birlikte baÅŸlıyorsunuz Silent Disco‘da dans etmeye…EÄŸitici, öğretici, bol eÄŸlenceli zaman geçireceksiniz

EÄŸer, bir ÅŸehrin dokusunun, ruhunun, toplu taşıma, bisiklet ya da yürüyerek – zaman zaman kaybolarak- keÅŸfedilebileceÄŸine inananlardansınız, bu ÅŸehre bayılacaksınız! (Gerçi Londra’da kaybolabilmek ekstra bir yetenek gerektirir ama!) Muhtemelen, hemen herkesin listesinde olan London Eye, Hyde Park, Kensington Gardens, Piccadily Square, Oxford street, Bond Street, Tower Bridge, Big Ben, Tate, Tate Modern, National Museum, British Museum, South Bank’te yürüyüş, Thames gezintisi vs. gibi aktivitelerden size hitap edenleri yapacaksınızdır, ama olur da, alternatif bir ÅŸeyler arıyor ve daha farklı tecrübeler yaÅŸamak -eÄŸlenerek, keÅŸfetmek- istiyorsanız “bence” yolunuzu mutlaka Camden Town‘a düşürmelisiniz! Hemen her türlü modern/retro/klasik ürünü (sıfır ya da ikinci el) bulabileceÄŸiniz kocaman bir açık pazar Camden Town… Urban Hippies, Punk, Grunge, Gotik, Asyalı, Hintli, Türk , Afgan, Uzak doÄŸulu, Çinli, Rus baÅŸta olmak üzere aklınıza gelebilecek hemen her türden insandan oluÅŸan sokakları ve harmonisi ise inanılmaz! Her adım başında rastlayacağınız canlı sokak performansları ya da derinlerden gelen Jazz, Rock ve diÄŸer müzik tınıları da iÅŸin kaymaklı kreması!

Olur da Amy Winehouse, Fugazi, Marlyn Manson falan seviyorsanız, muhtemelen buraya bayılırsınız, zira Londra Gotik HemÅŸire Okulunun veya Punk Meslek Yüksek Okulu‘nun bu muhitte olduÄŸuna dair gerçekten ciddi şüphelerim var! Her iki insandan biri ya Gotik ya da Punk… Pek enterasan! Çok renkli bir hint filminin renkleri arasında kaybolmuÅŸ, baÅŸka bir dünyada, baÅŸka zamanları yaşıyormuÅŸ gibi hissediyorsunuz Camden Town’da. Burada geçireceÄŸiniz her bir dakikayı, asla unutmayacak, tekrar tekrar tecrübe etmek isteyecek ve muhtemelen çok eÄŸleneceksiniz! Seçenekler o kadar bol ki, ister 80 millete ait yerel lezzetleri tadabileceÄŸiniz sokak satıcılarını deneyebilir ister, görebileceÄŸiniz en fetiÅŸ kıyafetlerin satıldığı maÄŸazalarda amaçsızca para harcayabilirsiniz, ya da sevdiklerinize hatıra amaçlı bir ÅŸeyler alabilirsiniz… Pek çok efsane derginin 1950’lerden kalma ilk sayılarını bile bulabileceÄŸiniz enfes sokak sahaflarından, tesadüfi ÅŸekilde karşınıza çıkabilen harika etkinliklerden (bkz: Camden Film Fair) veya Londra’nın en ÅŸahsına münhasır publarında keyifli vakit geçirme konusuna ise hiç girmiyorum bile! (bkz: The World’s End – 1631’de açılmış!)

Gelelim yemek mevzusuna…

İngilizler bu konuda berbatlar! Ama bu ÅŸehirde en az ingiliz kadar yabancı yaÅŸadığı düşünüldüğünde, yemek konusu kesinlikle sıkıntı deÄŸil, hatta bu konuda Londra dünyanın en fazla alternatife sahip ÅŸehri bile olabilir. Hemen her zevke, bütçeye uygun seçenekler mevcut. Fakat, farklı bir ÅŸeyler denemek istiyorsanız, özellikle kalabalık bir arkadaÅŸ grubu ile akÅŸam yemeÄŸi niyetiniz varsa, ve China Town‘daki mekanlar sizin için “deÄŸiÅŸik” bir seçim olabilir…48th Gerard St.üzerinde yer alan New China Restaurant‘ta ortaya bir hot-pot söylerek, ekipçe kaynayan tencerede kendi yemeÄŸinizi “çin usulü” piÅŸirmenin, lezzetli ve bol eÄŸlenceli bir aktivite olduÄŸunu söyleyebilirim! Hazır olun, akÅŸam yemeÄŸinizin temel amacından sapıp, komik bir maceraya dönüşeceÄŸine tanık olacaksınız!

Sözün özü;

Alternatiflerin bol olduğu, pek yorucu, bol eğlenceli, aşırı pahalı ama kesinlikle ruh dinlendirici özel bir şehir Londra. İmkanı olanlara, şiddetle ve gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim!

Åžub 16, 2015 - anı, etkinlik, tavsiye    Yorum Yok

Karanlıkta Diyalog

didistUydurulmuÅŸ bile olsalar, özel günlerin en iyi tarafı nedir bilir misiniz? Gerçek dostlarınız, sizi o günlerin bir parçası yapmayı ister ve bu da sizi özel hissettirir ve mutlu eder. İşte 14 Åžubat Cumartesi, benim açımdan tam olarak öyle bir gün oldu! Plansız, programsız sıradan bir hafta sonuna hazırlanırken, telefonum çalıverdi ve en otoriterinden bir ses, Cumartesi 13:30 Gayrettepe Metro İstasyonuna gelmemi ve kesinlikle geç kalmamamı dikte etti! Adetim olduÄŸu üzere, önce mırın kırın yaparak ve biraz da nazlanarak evet demiÅŸ bulundum… (çok da iyi etmiÅŸim!)
 
Tanıyanlar bilir, sıkıcı sayılabilecek seviyede zor ÅŸaşırtılabilen ve bu özelliÄŸinden nefret eden biriyim.  O yüzden itiraf etmeliyim ki, bu buluÅŸmaya konu olan plana dair beklentilerim oldukça düşüktü. Yanılmışım! Dostları görmenin verdiÄŸi o her daim mutluluÄŸa ek olarak, bu sefer hem şaşırdım, hem eÄŸlendim, hem de pek sevindim! …ve birazdan anlatacağım olaydan ötürü sanırım bir miktar da deÄŸiÅŸtim!
 
Tam vaktinde buluşma yerinde varmıştım, derken uzun süredir görmediklerim teker teker dökülmeye başladılar. Hani bazı insanlar vardır ya dostluklarınıza hiç nokta ya da ünlem koymayıp da araya sadece virgüller serpiştirdiğiniz, işte onun gibi bir ekip toplanıverdi birden. Neden uzun süredir görüşülemediği üzerine sitemler ve son görüştüğümüzden beri yapılanlar üzerine bir catch-up tan sonra. Günün sürpriz planı açıklandı;
Hep beraber bir etkinlinliÄŸe katılacaktık. Aralık 2013’ten beri Gayrettepe Metro İstasyonunda sergilenen Karanlıkta Diyalog!
 
Karanlıkta Diyalog, ÅŸimdiye kadar 130’dan fazla ÅŸehirde sergilenmiÅŸ ve 7 milyondan fazla kiÅŸiye ulaÅŸmış bir proje. Temel amaç, 90 dakika boyunca görme duyusundan yoksun olarak (ve görme engelli rehberiniz eÅŸliÄŸinde), diÄŸer duyularınızı ve sezgilerinizi kullanarak ÅŸehirde sıradan bir günü deneyimlemek! Normal koÅŸullarda bu tarz bir etkinlikle ilgili spoiler vermemek adına fazla detay yazmamaya özen gösterirdim, fakat bu deneyim insanda o kadar farklı ve tarif edilemez hisler uyandırıyor ki, bırakın beni, kalibresi yüksek tanınmış yazarların mesailerini toplasalar gene de bu hissin yüzde onu aktarılamaz. (ciddiyim!)
 
O yüzdendir ki, ben fikrimi değiştirene ya da siz okumaktan sıkılana kadar devam edecek bu yazı!
 
…bir kısmı tanıdığım kiÅŸilerden oluÅŸan yaklaşık 10 kiÅŸilik bir ekiple baÅŸlama saatini beklemeye baÅŸladık. Seans öncesinde, hepimizden telefon, saat, gözlük gibi aksesuarlarımızı, diÄŸer kiÅŸisel eÅŸyalarımızla birlikte kilitli dolaplara bırakmamızı ve kurallara mutlak surette uymamızı istediler. (Bu kısım gerçekten önemli!). Daha sonra, zifiri karanlıkta elimizdeki sopalarla ve sezgilerimizi kullanarak nasıl ilerlememiz gerektiÄŸine dair kısa bir  eÄŸitim aldık ve sonrasında turumuz baÅŸladı!
 
Tamamen karanlık bir parkurda, Åžehr-i İstanbul’u görme engelli bir vatandaÅŸ gibi yaÅŸadığımız, etkileyici, ilham verici, bir o kadar da sarsıcı bir 90 dakikaydı benim açımdan. Her ne kadar tüm detayları anlatmamak için kendimi ÅŸu anda zor tutuyor olsam da sanırım gideceklere haksızlık etmemek adına içerik hakkında çenemi tutup, kalemime ket vurmalıyım, üzgünüm! (pek çabuk deÄŸiÅŸti fikrim!)
 
Tecrübe edeceklerinize dair susuyor (ÅŸimdilik!) ve etkinlik sırasında başımdan geçen komik, bir o kadar da farklı deneyimimden biraz bahsedeyim istiyorum! BaÅŸtan belirttiÄŸim üzere bir rehber eÅŸliÄŸinde ilerleyen ve görece olarak kalabalık bir ekiptik. Hepimiz, gördüklerimiz, pardon sezdiklerimiz karşısında heyecanlanıyor, ÅŸaşırıyor ve bol bol konuÅŸuyorduk. EÄŸlenceli ve kesinlikle farklı bir deneyimdi. Bir süre sonra, nedenini ÅŸu anda bile anlamakta zorluk çektiÄŸim anlık bir dikkat dağınıklığı yaÅŸadım ve o bir kaç paragraf önce bahsettiÄŸim uymamız gereken temel kuralları atlayıvermiÅŸim. Tekrar yoÄŸunlaÅŸtığımda her ÅŸey için çok geçti ve kaybolmuÅŸtum! Zifiri karanlık bir ortamda, çevremde simule edilmiÅŸ bir gerçeklikle, bol gürültülü bir yerde yapayalnızdım!  Gariptir, baÅŸlarda oldukça sakindim. Sanırım, tüm bu yaÅŸananların bir kurgu olması, hiç bir zaman bir arabanın altında kalmayacağıma dair güvenim ve ışıkların eninde sonunda yanacağı gerçeÄŸi, heyecan ve korku duymama engel oluyordu. Bu durum ne kadar sürdü bilmiyorum, fakat baÅŸta kurgu olduÄŸuna emin olduÄŸum o durumun, anlıkta olsa yavaÅŸ yavaÅŸ gerçeÄŸime dönüşmekte olduÄŸunu dehÅŸetle fark ettim! Hislerimi tam olarak sizlere anlatabilmeyi gerçekten isterdim. Åžehrin ortasında, görme duyumdan mahrum ve yapayalnızdım. Derin bir nefes alarak, mantığımı kullanarak bu durumdan nasıl kurtulabileceÄŸimi planlamaya baÅŸladım. 10 kiÅŸinin kendi arasındaki konuÅŸmalarını duyabiliyor olmam gerekirdi ama ortamda o kadar fazla insan sesi ve ÅŸehir gürültüsü vardı ki, bu yöntem kesinlikle iÅŸe yaramadı. Sonra insanların yön bulabilmek için kullanması zorunlu sopaların sesleri geldi aklıma zira martıdan, vapurdan, kediden, tramvaydan ya da ÅŸehrin olaÄŸan gürültüsünden farklıydı o ses! Kulak kabarttım, hiç bir ÅŸey yok…derin bir nefes, tekrar ve tekrar denedim…ama nafile! Gecen zamanı tasavvur edemiyordum, derken çok ama çok derinden o sopalardan gelmesi olası bir ses duyuverdim… Mutlu olmuÅŸtum, umutlanmıştım! Hızla ve uymam gereken kuralları bir kez daha teker teker çiÄŸneyerek ekibime ulaÅŸtım! Nihayet güvende ve olmam gereken yerdeydim! Hem de kaybolduÄŸumu kimseye hissettirmeden! MutluluÄŸum kısa sürmüştü, rehberimizin parkur ile ilgili yönergelerini dinlerken, acı gerçekle yüzleÅŸmek durumunda kaldım, zira ekibi bulmuÅŸtum, ama yanlış ekibi! Kararsızlıkla geçen bir kaç dakika sonrasında biraz da mahcup bir ÅŸekilde durumumu yeni rehbere aktardım. Derin bir sessizlik oldu. Başına buyrukluÄŸumun sonucu ortadaydı, ekibimle aramda en az yarım saat olduÄŸunu ve sezgilerimi o kadar da iyi kullanmadığımı öğrenmiÅŸtim. Rehber, etkinliÄŸe grup olarak katıldığımı öğrenince arkadaÅŸlarımın merak etmemesi adına beni mutlaka grubuma geri götürmesi gerektiÄŸini söyledi ve sopamı kaldırmamı, elini sıkıca tutmamı ve kendisine güvenmemi söyledi, hızlı hareket edeceÄŸimizi ve panik yapmamamı belirtmeyi de ihmal etmedi!  Hiçbir duvara dokunmadan, görmeden ve gözlerim açıkken hareket ettiÄŸim hızda ilerlemek <baÅŸlarda ürkütücü olsa da> deÄŸiÅŸik bir tecrübeydi. Tüm duyularım beyne aksi ÅŸekilde hareket etmem gerektiÄŸine dair snapsler gönderiyor olsa da bu hiç tanımadığım arkadaÅŸa ve onun “benimkilerden hassas olduÄŸu ortada olan” hislerine uymam gerektiÄŸi açıktı, ama gene de zorlandım! Ne kadar sürdüğünü bilmediÄŸim bir koÅŸuÅŸturmacının ardından nihayet tanıdık seslere ulaÅŸmıştık! Mahcup olacağım ÅŸekilde gerçek rehberime ismen takdim edildikten sonra, seansın en son aÅŸaması olan karanlık cafe ve söyleÅŸi
kısmına geçtik. Kaybolma üzerine esprilerle bezenmiş sohbet ve keyifli söyleşimizi sıcak kahveler eşliğinde yaptık ve parkuru tamamladık!
 
Hepi topu 90 dakikalık bir etkinlik sonrası, kimseye bazı konularda ahkam kesecek deÄŸilim,  ama bu dalgınlık ve sakarlıkla çeÅŸitlenmiÅŸ tecrübem bana garip bir detayı fark ettirdi. Bunu mutlaka sizlerle paylaÅŸmak isterim, Muhtemelen hemen hepimiz, görme engelli arkadaÅŸlara gündelik hayatta bazı temel konularda elimizden geldiÄŸince desteÄŸi saÄŸlıyoruz, ama “kendi adıma konuÅŸmak gerekirse” çok temel bir ÅŸeyi atladığımı fark ettim, böyle durumlarda az konuÅŸtuÄŸumu ve çok az dokunmaya özen gösterdiÄŸimi… O zifiri karanlık <renkli dünyada> sözlerin ve dostça bir fiziksel temasın anlamının bu kadar büyük olacağını asla tahmin edemezdim! (Muhtemelen bu satırları okurken siz de tasavvur edemiyorsunuzdur!)
 
Olur da yazıyı sıkılmadan okuduysanız ve Karanlıkta Diyalog etkinliğine katılmak isterseniz, sizlere naçizane bir kaç tavsiyem olacak;
 
– EtkinliÄŸe mümkünse yalnız gidin, görme engelli birinin yaÅŸamına dair zorlukları çok daha iyi gözlemleme fırsatınız olabilir!
– Basit ve sıkıcı gibi görünse de, kurallara uyun, zira o parkurun ışıkları daha önce de belirttiÄŸim üzere “asla” yanmayacak!
– Karanlık bir Cafe’de kimlere kahve ısmarladığınıza dikkat edin! (swh)
– Kaybolmayın!
Sayfalar:«1234567...25»